ENGELLİLER
İÇİN BERLİN
Almanya’nın
beklide Avrupa’nın savaşı ve acıları en yoğun yaşayan şehrini engelli gözü ile
incelemeye başlıyoruz. Berlin de dolu dolu üç gün geçirdim ve bu süre şehri
genel olarak gezmeye yetti. Şehir olarak tekerlekli sandalyeye uygun bir
konumda. THY uçağımız Berlin de Tergal havaalanına iniyor. Bu hava alanından
şehre taksi ile ulaştık. Zira havaalanı şehre yakın ve üç kişi olduğumuzdan
maliyeti fazla fark etmedi. 20 – 25 euro ile şehre ulaşabilirsiniz. Ayrıca
şoför de mutlaka Türk olacağından ilk ağızdan şehir ile ilgili bilgileri
alırsınız. Ulaşım imkanları yeterli ve nerdeyse tüm toplu taşım araçları
engelliye uygun. Nerdeyse tüm taksi şoförleri Türk. Zaten her sıkıştığınız
yerde çevrenizde bir vatandaşımıza rastlamanız mümkün. Yollar genellikle tek.
Sandalye için uygun. Ancak bazı yollar ve kaldırımların parke taşı ile
yapılması hareketlerimizi zorlaştırdı ise de genelde belirttiğimiz gibi şehirde
dolaşmak zor değil. Şehir de öyle fazla yükseklik farkları yok. Hemen hemen tüm duraklarda kaldırım seviyesi
toplu taşım araçlarının kapı seviyesi ile eşit konumda ama zaman zaman seviye
farkı oluştuğundan refakatçi olmadan bu araçlarla nasıl binilir ve inilir
bilemedim. Canlı bir örnekte rastlamadım. Bu nedenle gezinizde yanınızda birisi
olması şart. Şehir içinde otobüs kadar beklide daha fazla bizim eskiden
troleybüs dediğimiz araçlar bulunmakta. Biletleri araç içinde alma imkanınız
var. Benim önerim kalacağınız gün sayısı kadar toplu bilet alın. Hesaplı oluyor
ve her türlü araçta kullanılabiliyor. Metrolar da engelliye uygun ve
rastladığım her durakta asansör vardı ve çalışıyordu. Sonuç olarak Berlin de
şehir içi ulaşımda bir sorun yaşamasınız. Bir önerimde bu toplu taşım
araçlarının internet sitelerini araştırmanız. Uygulamalarını telefonlarınız
indirmeniz. Çok faydalı olur. Bu arada yurt dışına çıkarken paketinize mutlaka internet
ulaşımı ekletiniz. Zira gerek google haritaları ve google çeviri programını
kullanmak gerekmekte. Biz bunu yapmadığımızdan zaman zaman sıkıntı çektik. (bu
arada google çeviri programı çevirim içi de kullanılabiliyormuş, haberiniz
olsun). Bu arada Berlin’de alışveriş mekanları saat yedi odlumu kapanıyor. Tabi
müzeler daha erken. Bu nedenle yediden sonra yapılacak iş kalmıyor. Ya yemek mekanlarında
takılacaksınız yada bir kafede. Yani akşamları zor geçiyor.
Belirdiğim gibi şehir oldukça düz
olduğundan ve ulaşım kolay olduğundan size kesin bir gezi planı yapmayacağım. Sizler
otelinizin konumuna göre plan yapabilirsiniz.Bizim otelimiz (Get point Charlie ) oldukça merkezi bir yerdeydi.Öncelikle hedefimiz Alexanderplatz Meydanı.
Alexanderplatz Meydanı
Bu meydan tüm
turistlerin ilgi odağı. Meydanın
ortasındaki TV kulesi ise hem Berlin’in sembollerinden hem de Berlin’i havadan
gözlemlemek ve bu arada bir bir şeyler içmek için güzel bir mekan. Ancak
bu imkanlar bizim için geçerli değil. Güvenlik kaygıları nedeniyle,
tekerlekli sandalye kullanıcıların kuleye çıkmalarına izin verilmemekte.
Nedenini anlamadım ama pekte üzülmedim. Berlin’i yukardan seyretmek eksiklik gibi gelmedi bana. Meraklıklıları
için ise üzgünüm. Ama elimden bir şey gelmez. Tv kulesi şehrin her yanından
görülüyor.
Ayrıca Havalimanından
gelen otobüsler, diğer otobüsler ve metro ile tramvay sisteminin ana durakları
bu meydanda. Ayrıca duyduğuma göre bu meydanda çeşitli şenlikler ve festivaller
de düzenleniyormuş.(bize denk gelmedi) Dünyanın çeşitli şehirlerinde ki saatleri gösteren Weltzeituhr burada
bulunmakta ama ben göremedim. Özellikle arasam belki görürdüm. Meraklıysanız
etrafa daha dikkatli bakının derim.
Meydan düz ve sandalye için uygun. Etrafta kafe ve lokantalar mevcut.
Başkada bir özelliği yok.
Rotes Rathouse
Meydandan
Müzeler Adasına doğru yürüdüğünüzde Rotes Rathouse ile
karşılaşırsınız. Anlamı Kırmızı Belediye Binası olan bu bina 2.Dünya Savaşı
sırasında büyük ölçüde yıkılmışken restore edilen bir Rönesans dönemi yapısıymış.Uzaktan
bakmakla yetindik. Hani görmediler demesinler diye. Belediye Binasının tam
karşısında ise içinde mimari açıdan Roma çeşmelerini aratmayan güzellikte bir
çeşme barındıran çok güzel bir park var. Çeşmenin adı Neptün
Çeşmesi. 1891’de yaptırılan ve Roma Tanrısı Neptün’e adanan bu
çeşmede Neptün’ün çevresindeki kadın heykeller Prusya’nın dört büyük ırmağını
temsil ediyormuş. Böyle diyorlar.
Museumsinsel / Museum Island / Müzeler Adası
Spree
Nehri’nin ortasında yer alan bu adada 5 dünyaca ünlü müze bulunmakta. Burda
yeri gelmişken belirteyim. Berlin’de Berlin
Welcome Card almanızı
önerebilirler ama almayın. Zaten müzeler bizlere indirimli sayılır. Zira ya
indirimli yada refakatçiden ücret alınmıyor.
Burada
bulunan müzelerde sergilenen eserlerin çoğu Anadolu ve Mezopotamya topraklarından satın alınarak ya da çalınarak
gitmiş. Bu adada 5 adet müze bulunuyor
Bunlar, Altes Museum (Eski Müze), Neues Museum (Yeni Müze), Alte Nationalgalerie (Old National Gallery / Eski Ulusal Galeri), Bode Museum (Bode Müzesi) ve Bergama Müzesi.
Müzelere normal giriş üçreti12 € bizlere ise refakatçiye
ücret almadıklarından iki kişi için 12€ ödüyordunuz. Böylece adam başı 6 €
ödemiş oluyordunuz. Ben iki müzeye bu tarife ile girdim.Diğerleri de
sanırım aynıdır.
Müzeler adası yolları ve meydanları parke olduğundan
sandalye zorlanabilir, dikkatli olmanız lazım. Girdiğim müzelerde engelli
tuvaletleri bulunmaktadır. Her müzenin erişilebilirlik farklı olmakla birlikte,çoğunlukla
erişilebilir olduğunu daha önce öğrenmiştim. Üç günlük gezide tüm
müzelerin tamamını gezmek mümkün değil. Bunu arzularsanız. Buraya en azından
bir tam gün ayırmalısınız. Ben Bergama Müzesini ve Yeni Müzeyi şöyle bir
dolaştım. Kısa kısa anlatayım.
Bergama Müzesi. (Pergamon Museum)
Berlin’de ki Bergama Müzesi (Pergamon
Museum), hem Berlin’in en çok turist çeken müzesi hem de dünyanın en ünlü
arkeolojik buluntularının sergilendiği müzelerden biri olduğu söyleniyor.
Yapımı 1930 yılında tamamlanmış.
Müzenin benim için önemi orada sergilenen eserlerin çoğunun bizim ülkemizden gelmiş olması ve sürekli bu konunun işlenmesi.
Müzede en önemli 4 yapı; Bergama Zeus Sunağı, Milet’in
Market Kapısı, İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı’dır.
Zeus Sunağı‘nın gidiş
hikayesi şöyledir: 1865 yılında İzmir-Dikili
karayolunu açmak için bölgeye gelen Alman mühendis, mimar ve arkeolog olan Carl
Humann, Bergama antik kentini keşfeder ve
Berlin’in de desteğini alarak burada kazı çalışmalarına başlar. Zeus
Sunağı başta olmak üzere buradan pek çok eser çıkarır. O dönemde
yürürlükte olan “Asar-ı Atika Nizamnamesinin” getirdiği yasa ile bu eserleri numaralandırıp, düzenli bir
şekilde parçalara ayırdıktan sonra, trenlerle ve gemilerle Berlin’e
götürür. Bu nizamname, yabancıların Osmanlı Devletinde arkeolojik kazı
çalışması yapmalarına olanak sağlayan bir yasaymış. Kazılar sonunda bulunan
eserlerin bir bölümü devlete, bir bölümü arazi sahibine, bir bölümü
ise bulan kişiye ait oluyor. Bulan kişi ise istediğini yapabiliyor. Tabi
para karşılığı diğer bölümlerini de alabiliyor. Durum böyle olunca önemli
sayılabilecek her şey Berlin’e gidiyor. Zeus Sunağı’nın şu anda
sadece temeli İzmir/Bergama’da bulunuyor. Ayrıca Carl Humann’ın mezarı da
yine İzmir/Bergama’da bulunmakta…
Ancak burada çok önemli bir hayal kırıklığı yaşadık.Zira
burada görmeyiarzuladığımız en büyük eser olan Zeus sunağı tadilat nedeni ile
ziyarete kapalı idi. Kötü bir rastlantı. Kısmet olursa başka zaman deyip müzenin
diğer bölümlerine geçiyoruz.Bir anlığına kendinizi Antik Bergama şehrinde zannediyorsunuz.
Müzede bedavaya
dağıtılan ve Avrupa da pek alışkan olmadığımız Türkçe de yayın yapan
audioguide’ler bulunmakta. (Bu uygulamayı birde Amsterdam da kanal gezisi
yaptığımız teknede yaşadık. Bknz.engelliler için Amsterdam) .Müzede bulunan Milet’in
Market kapısı da oldukça ilgi çekici bir bölüm.Tekerlekli sandalye ile
merdivenle çıkılan bölüm hariç rahatça geziliyor. Çektiğim resimler ile sizlerle
bu muazzam bölümü paylaşmak istiyorum.
İştar Kapısı ve Mshatta Alınlığı’da gene müzenin önemli
bir bölümünü oluşturmakta.
Bu müze Berlin’de mutlaka gelmeniz gereken bir mekan. Müze
gezmesini sevmeseniz bile burayı İhmal etmeyim
Burada gezerken çocukluğumun 2 yılını geçirdiğim Kayserinin
Develi İlçesinin Fraklin ( Yeni ismi Gümüş Ören) köyünün ismini görmem benim
için sürpriz oldu. Küçüklüğümden aklımda kalan kaya kabartmalarını burada
yeniden görmüş oldum. Adamlar buradan bile kabartmaları götürmüşler.
Neues Museum
(Yeni Müze)
Müzeler adasında gezdiğim i( Aslında sadece bir bölümünü
gezebildiğim) ikinci müze. Antik Mısırla ilgili eserlerin sergilendiği müze.
Müze tekerlekli sandalye için uygun. Rahatça gezebilirsiniz. Engelli tuvaleti
mevcut. Giriş için iki kişi 6 € ödedik.
Berliner
Dom / Berlin Katedrali
Berlin müzeler adasında bulunan bu
kadetralin engelli girişini bulmak için etrafında biraz turlamamız gerekti.
Hava oldukça soğuk ve yağışlı olduğundan bu tur bize pek iyi gelmedi. Neyse
arka tarafta çitlerle çevrili kapıyı bulduk.
Ancak ikaz için konulan zilinde işe
yaramadığını anlayınca daha da zorlandık. Eşim normal kapıdan girip bir yetkili
bulup olmayan Almancası ile durumu anlatmasını da katarsak soğuk ve yağmur
altındaki bekleme süremiz haliyle uzadı.
Berlin Katedrali ilk olarak 1465 yılında yapılmış ancak çok
sayıda savaş gördüğü için her seferinde onarılmış ya da yeniden yapılmış.
Özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında büyük bir hasara uğradığı için 1993 yılında
onarılıp, tekrar hizmete açılmış Turistlere açık olan katedrale giriş 7 Euro.
Bizler değişik bir yoldan girdiğimizden ücret ödeme imkanı (!) bulamadık. Büyük, etkileyici bir yapı. Bence içine de
mutlaka girmelisiniz. Merdivenler ile tepesine ulaşmak normal şartlar altında
mümkün.
Böylece yarısı uçakta geçen ilk günün ikinci
yarısında birbirine yakın üç mekanı ziyaret etmiş olduk.
Holocaust
Memorial (Yahudi anıtı)
İkinci günümüzün ilk
durağı burası. Adından da
anlaşılacağı gibi, Burası Nazi Almanya’sının 2. Dünya
Savaşı sırasında sistemli olarak katlettiği Yahudileri anma ve onurlandırmak
amacıyla yapılmış bir anıt. 2003 yılında yapımına başlanmış ve 2005 yılında,
19.000 metrekareye yayılan bu anıt törenle halka açılmış. Anıtta
toplam 2.711 adet beton blok bulunmakta ve bunların
yükseklikleri birbirlerinden farklı. Mimarisinin vermek istediği mesaj
kafa karıştırıcı görünmesini sağlamak ve rahatsızlık verdirmekmiş. Burası açık bir alan olduğu için günün
herhangi bir saatinde gidebilirsiniz.Beton bloklar arasında gezinebilir, gri
rengin yansıttığı hüznü ve vahşeti içinizde hissedebilirsiniz.
Brandenburg Gate / Brandenburg Kapısı
Şehirde gördüğümüz en kalabalık ve hareketli bir yer, tam anlamıyla Berlin’in simgesi. Yaz-kış
her daim kalabalık olan, Berlin’in en çok turist çeken bölgelerinden biri.Mekan
sandalyeye uygun,rahatça gezebilirsiniz.İlk durağımız olan Yahudi anıtına çok
yakın. 1791 yılında Atina Akropolisinden ilham alınarak inşa edilmiş.
Hem şehrin sembolü, hem de şehrin 2 asırlık tarihine tanıklık eden bir yapı.
Her ne kadar 2. Dünya Savaşında büyük hasara uğramış olsa da tamamen
yıkılmamış. Savaşın ardından doğu ve batı olarak ikiye bölünen şehirden her iki
tarafın da yardımlarıyla kapı tekrar onarılmış. Ardından Berlin Duvarı‘nın yapılmasıyla (1961) Batı Berlin’de
kalan bu yapı şehrin bölünmüşlüğünü simgelemiş. 1989 yılında ise Berlin
Duvarı’nın yıkılmasıyla tekrar önem kazanarak bu kez barış ve özgürlüğün
simgesi olmuş
Şansınız varsa burayı gece de
görün, çünkü ışıklandırması çok güzel oluyor dediler ama bizim böyle bir
şansımız olmadı. Darısı sizlerin başına.
Reichstag
/ Parlamento Binası
Brandenburg kapısından yolumu
z devam ettik ve karşımızda parlamento
binası. Biz alışkın olduğumuz üzere giriş kapısına yöneldik. Ama oradaki
görevli “randevunuz varmı”dedi. Biz ise engelli olduğumuzu falan söyledikse de
nafile. Görevli bize yolun karşısındaki önünde hatırı sayılı insan kuyruğu olan
bilet gişesini gösterdi. Oraya gittiğimiz de de gene alışık olduğumuz üzere
gişeye yöneldik. Ama orada da bir görevli sıraya girmemiz gerektiğini söyledi. Yani
engelliye pozitif ayırımcılık yapmadılar.Bu güne kadar hiçbir yerde
rastlamadığım bir durumdu. Ben sızlanınca yetkili “sabah sekizde gelin, sıra
olmaz” dedi sağ olsun.!!! Böylece söylene söylene, binanın sadece resmini
çekerek ve sabah sekizde gelmeyeceğimiz gerçeği ile oradan ayrıldık. Böylece bu
önemli binayı gezme şansımız olmadı. Olsaydı binaya sonradan eklenen cam
kubbesine çıkabilirmiydik bilemiyorum ama(zira epey yorucu olduğu söyleniyor)
gene de burayı görememek bizim için güzel olmadı.Bu notlarımızı okuyan ve
almanca bilen birisinden bu binanın e-mailine bu durumu protesto eden bir yazı
göndermesini rica ediyorum. Makbule geçer ve belki bizden sonra gelen bir
engelliye faydası dokunur. Bir diğer yolda binanın internet sitesine girip
önceden rezervasyon ve
kayıt yaptırmanız gerekiyor.. Biz bunu düşünemedik, zira böyle bir
davranış ile hiç karşılaşmadık.
Bu arada giriş ücretsizmiş. Ayrıca rezervasyonu onaylamış olsalar da,
güvenlikle ilgili bir durum olduğu takdirde son dakika iptal edebiliyorlar.
Üstelik bununla ilgili önceden herhangi bir bilgilendirme yapmıyorlar,
gittiğinizde sürpriz olmaması için hatırlatayım dedim.
Tiergarten parkı - Berlin Victory Column / Berli Zafer Sütunu
Bu
hayal kırıcı parlamento binası hüsranından sonra biraz temiz hava iyi gelir
düşüncesi ile Tiegarten parkına yöneldik. Çok büyük olan ve içinden yollar
geçen bu parkın yarısına gelene kadar bile bayağı yorulduk. Git git bitmedi. Şehrin
ortasındaki parkın ne kadar büyük olduğunu düşünün.
Dar
zamanda böyle uzun yürüyüş bize önemli bir vakit kaybı yaşattı. Zira yukarıda
da belirttiğim gibi Berlin’de saat yedide alış veriş merkezleri ve dükkanları
kapanıyor. Parkın tam orta yerinde Berlin Zafer Anıtı bulunuyor. Berlin’in en büyük şehir parkı olan Tiergarten
Park‘nın tam ortasında kalan Berlin Zafer Sütunu, 1873 yılında Prusya’nın Danimarka’yı yendiği savaşın anısına
dikilmiş bir anıt. Soğuk savaş
yıllarında ise Fransız’lar bu sütunu yıkmak istemişler fakat İngiliz ve
Amerikalılar buna izin vermemiş.
Bu sütun 67 metre uzunluğunda.
Üzerinde ise 8.5 metre ve 35
ton ağırlığında zafer tanrıçası olan Victoria
heykeli bulunmakta. Sütuna 3€ karşılığında çıkılabiliyormuş.
Ama bizlere uygun mu bilmiyorum. Zira park bizi yorduğundan yanına bile
yaklaşmadık.
Kulturforum
Park çıkışında buraya yakın olduğunu
düşündüğümüz bu mekana yöneldik. Hani görmedik demeyelim, sizlerle paylaşalım
diye.Yakındır diye yürümek istedik ama bu gün bu konuda şansımız yok anlaşılan
git git yol bitmedi. (Bu nedenle mutlaka google harita uygulamasını açın,yani
4G niz açık olsun yani yurt dışı paket alırken bu durumu ihmal etmeyin.)
Bitince de zaten binalar dışında bir şey bulamadık. Gezi notlarında “burayı
mutlaka gezin” diye yazan arkadaşların
kulaklarını çınlattık. Sizlerde benim kulaklarımı çınlatmayın ve buraya gitmeyi
planlamayın. Zira sadece bizim gibi bir kare fotoğraf çekmekle
yetinirsiniz. Ama bir gösteri varsa ve
bundan haberdarsanız gidebilirsiniz.
Sorunumuz kültürle değil. Yanlış anlaşılmasın
.
Kurfürstendamm (Ku’damm)
Bu güne bu kadar yorgunluk yeter deyip, bir taksiye binip dükkanlar
kapanmadan Ku’dama doğru yolaldık. Taksi şoförü İran Azerisiydi. Değişik aksanı
ile bizler bölgesel sorunları konuştu. Ayrıca cadde hakkında bize bilgiler
verdi. Caddenin bitmesine yakın bir yerde indik ve caddeyi arşınlamaya
başladık.
3.5 kilometre uzunluğundaki cadde, Berlin’in Champs-Elysées’i
(şanzelize) olarak gösteriliyormuş. Zaten her şehirde o şehrin şanelizesi olarak adlandırılan bir cadde oluyor. Cadde
üzerinde tanınmış mağazalar bulunmakta.. Oradaki insanlar bu caddeye kısaca “Ku’damm” diyorlar,
aklınızda bulunsun. Yol üzerine yıkık kiliseyi görüp, caddenin sonunda bulunan
ve Berlin’in en pahalı, en ünlü department store’u olan kısaca Ka De We olarak adlandırılan binaya giriyoruz. En pahalı markaların
ürünlerine şöyle bir bakıp (zaten ancak bakabiliriz)en üst katta bulunan yemek
katına yöneliyoruz. Bir çok yemek
alternatifinin bulunduğu mekanda karnımızı doyurup ikinci ve yorucu bir günü
sonlandırıyoruz. Cadde düz ve sandalyeye
uygun. Ka DE We de engelli tuvaleti
mevcut.
Kaiser-Wilhelm-Gedächtniskirche (Yıkık Kilise)
Ku’damm
da bulunan bu kilise, 2. Dünya Savaşı’nda tepesi zarar görmüş ve o haliyle
muhafaza edilmekte olan bir kilise. Savaşın izlerini taşıması bakımından ilgi
çekiyor. İçine giremedim ama önünde resim çektirmeyi ihmal etmedim. Caddeyi
gezerken zaten önünüze çıkıyor. Uğramadan geçmeyin. Kaldırıma rampa ile
bağlanmış, tekerlekli sandalyeye uygun.
Checkpoint
Charlie / Çarli Kontrol Noktası
Otelimizin hemen yanında olduğundan son güne
bıraktığımız mekan üçüncü günümüzün ilk durağı. Mutlaka
görmeniz gereken bu nokta, 2. Dünya Savaşından sonra soğuk savaş döneminde
(1961-1990) Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılan Almanya’nın arasında
bir geçiş noktasıymış. Yani insanlar buradan yürüyerek ya da arabalarıyla Doğu
ya da Batı Almanya’ya (Berlin’e) geçebiliyormuş.
Soğuk Savaş yıllarında Berlin’in iki
bölümü arasında geçişi sağlayan 14
kontrol noktası varmış. Bunlar bulundukları
bölgeye göre Amerikan, Sovyet, İngiliz ve Fransızların gözetiminde geçişin
sağlandığı noktalarmış. Sovyetlerin gözetiminde olan Doğu Berlin’e
geçişler daha zorken, Batı Berlin’e geçişler daha kolay oluyormuş.
Bu 14 kontrol noktasından sadece Checkpoint Charlie ve Checkpoint Bravo noktalarında hem yabancı hem de Almanların geçişine izin veriliyormuş.
Diğer kapılardan sadece Almanlar geçebiliyormuş. Checkpoint Charlie bu
noktalardan geçişin en yoğun olduğu bölge olduğu için ve 1961 yılında 3. Dünya Savaşına sebebiyet verecek
Amerikan ve Sovyet askerlerinin karşı karşıya gelip, birbirlerine tek kurşun
sıkmadan 16 saat boyunca burada beklemelerinden dolayı en popüler geçiş
noktası olmuş.
Günümüzde burada bulunan kontrol
noktasının kulübesi gerçeği değil, aslına uygun olarak sonradan inşaa edilen
bir kopya. Hatta öyle ki önünde bulunan asker kıyafetli kişilerle 3$
karşılığında fotoğraf çektirebilir, orada bulunan damgalardan (vize) bir
kağıda bastırabilirsiniz. Zaten başka bir özelliyi de yok. Burada ilginç olan hemen yakınında
bulunan ufak bir müze. Bahçesinde Berlin duvarından bir bölümününde bulunduğu
mekan normalde 5€ ama engelliye refakatçisi ile birlikte 3,5 €. Buraya kadar
gelmişken mutlaka geziniz.
Berlin Duvarı /
Berlin Wall / Utanç Duvarı
Son günün ikinci durağı. Buraya bir otobüs ile ulaşmak mümkün.
Bize hangi otobüse bineceğimizi alış veriş yaptığımız eczanedeki Türk kızımız
söyledi. Dediğimiz gibi burada her yerde vatandaşlarımız rastlamamız
mümkün.Sizde bu yolla öğrenerek buraya ulaşabilirsiniz.
Burayı da gezmek duvarlar yanında dolaşmak kolay ve rahat. Ayrıca
burada bulunan binanın alt katındaki salonu gezmek ve en üst katına asansör ile
çıkıp etrafı yukarıdan görmek mümkün.Berlin’e gidip de duvarı görmeden dönmek
olmaz. Bir gece de duvarlarla ayrılan yaşamları düşünün. Mutlaka burada geçen
bir film görmüşsünüzdür. Bu düşüncelerle burayı gezin. Orada bulunan müzede çektiğim fotoğrafları
sizinle paylaşmak istedim.
Kreuzberg (Türk mahallesi)
Berlin’de Kreuzberg adında
bir semt var. 60’lardan itibaren Türk’lerin yavaş yavaş yerleşmeye başladığı bu
semt, günümüzde ‘Klein İstanbul (Küçük İstanbul)‘ olarak anılıyor. Bu bölgeye gene bir Türk vatandaşımızın yardımı ile
bindiğimiz raylı sistem ile rahatça ulaştık. Kesinlikle kendinizi Türkiye’de
hissettik.. Herkes Türkçe konuşuyor, Kaldırımlar dar, sandalye ile gezmek zor
olabilir. Zaten mutlaka gidilmesi gerekmiyor.
Potsdamer Platz-Sony Center Binası
Potsdamer
Platz, Berlin’in hem eski hem de yeni ticaret merkezi.
İkinci dünya savaşı sırasında bu meydan tamamiyle yok olmuş fakat soğuk savaş
sonrasında 1991 yılında “Dünyanın en büyük kentsel dönüşüm projesi” ile
küllerinden yeniden doğmuş. Dünyanın en iyi
mimarları burada 5 yılda yeni bir şehir merkezi inşaa
etmişler. Zamanının en iyi teknolojisi kullanılmış ve çok büyük bir para
harcanmış.
Şu anda
burada büyük eğlence ve alışveriş merkezleri bulunmaktadır. Bu meydanda bulunan
gökdelenleri dışarıdan olsa görmenizi tavsiye ederim. Özellikle 2004 yılında
açılan Sony Center binasını.
Sony Centre'ın
ışıklandırılmış tavanı bilhassa geceleri görülmeye değer. Ayrıca dünya standart’ındaki
kafe ve restoranlardan birinde karnınızı doyurabilirsiniz.Burada tekerlekli
sandalye için hiçbir sorun bulunmuyor.
Bu son günümüzde akşama doğru Amsterdam’a tren ile gideceğimizden istasyon yakınındaki otele geçtik. Hemen
istasyona giderek yarınki yolculuğumuz için asistan hizmeti almak için
istasyona yöneldik. Tren biletlerimizi Türkiye’den almış ancak engelli
olduğumuzu belirten bir ifade bulamadığımızdan bu işlemi burada halletmeyi
düşündük. Ancak işler pek düşündüğümüz gibi yürümedi. Roma gezimizdeki Roma
tren istasyonunda olduğu gibi bir yer (Bknz.Engelliler için Roma-Floransa)
aradık ama burada bu yoktu. Bilet satış ofisine yöneldik. Burada bizi
engelliler için yapıldığı belli olan (daha alçak banko vardı) bölüme
yönlendirdiler. Az buçuk Türkçe bilen Alman hanım bizlerle ilgilendi. Ama işler
pek iyi gitmedi. Görevli Sabah 9 trenininde daha doğrusu trenlerinin birinde
engelli için yer bulamadı.Trenlerin birinde diyorum, zira 3 defa tren
değiştirmemiz gerekti. Bu olumsuz hava bizleri paniklendirdi. Uzun bir
bekleyişten sonra Alman teyzenin yüz mimikleri düzeldi. Biz de ümitlendik. Ama
anlaşma sorunumuz vardı. Her yerde bol bol Türk varken burada aksilik ya
bulamadık. Eşim artık uzman olduğu Türk bulma konusunda burada başarısız oldu.
Ama güçlükle de olsa sonunda anlaştık. Saat 10 treninde yer bulabildik. Yarım
saat önce burada olmamızı söyledi. Böylece bu sorunu da (yaklaşık 2 saatte) çözmüş
olduk. Ama niye bu yaşa kadar bir yabancı dil öğrenmediğimiz için bir defa daha
kendimize kızdık. Önerim bu işi Türkiye de bilet alma aşamasında halledin. Ama
gene de bir gün önce istasyona uğrayın derim. Tecrübe bunu söylüyor. Yakında görülecek
yer de kalmadığından Berlin’deki son saatlerimizi dev bir yapı olan ve AVM
havasında olan Berlin Merkez İstasyonda geçirdik.